Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/12/2020 tarihinde, Cemal Taş ve Diğerleri (B. No: 2016/3316) başvurusunda, Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. |
Olaylar
Taşınmazları üzerine askerî güvenlik bölgesi şerhi konulan başvurucular, Millî Savunma Bakanlığına (İdare) gönderdikleri ihtarname ile bu şerhin kaldırılması veya taşınmazın kamulaştırılması talebinde bulunmuştur. Başvuruları reddedilen başvurucular, bu işlemin iptali istemiyle İdare aleyhine dava açmış, İdare Mahkemesi davayı reddetmiştir. Başvurucular, Sulh Hukuk Mahkemesine başvurmuş ve bilirkişi raporuyla taşınmazlardaki değer kaybı tespit edilmiştir. Başvurucular, taşınmazlarının üzerine site yapılması için Belediyeden izin talebinde bulunmuş fakat bu istekleri yapılacak binaların askerî tesisin gizliliği, güvenliği, savunulması ve harekâtına karşı tehdit teşkil edebileceği ve aynı zamanda söz konusu bölgede bulunan mevzinin atış kavsinde bulunacağı gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Başvurucular, söz konusu şerh nedeniyle taşınmazların imar sınırı içine alınamadığı ve şerhin kaldırılması için yapılan başvuruların neticesiz kaldığı gerekçesiyle delil tespiti dosyasında değer kaybı olarak belirlenen miktarın yasal faizi ile birlikte İdareden tazmini istemiyle dava açmıştır. İdare Mahkemesi davayı reddetmiş ve karar Danıştay tarafından onanmıştır.
İddialar
Başvurucular, taşınmazlarının tapu kaydına askerî güvenlik bölgesi şerhi konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Başvurucular, taşınmazlarına konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle ortaya çıkan zararın karşılanmamasından yakınmaktadır.
Başvurucuların taşınmazlarının sadece belirli amaçlarla kullanılmasına ilişkin kısıtlama ile belirli kişilere devir ve kira yasağı getirilmesinin yanında askerî güvenlik bölgesi ilan edilmesiyle taşınmazların özel konumu gözetilerek fiilî bir yapılaşma yasağının da uygulandığı görülmektedir.
Askerî tesislerin kurulması ve güvenliğinin sağlanması için konulan askerî güvenlik bölgesi şerhi dolayısıyla uygulanan kısıtlamaların millî güvenliğin sağlanması yönünde kamu yararına dayalı meşru bir amacın gerçekleştirilmesi için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Uygulanan şerhle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
Uyuşmazlıkta derece mahkemeleri -başvurucular taşınmazları tarım yapmak suretiyle kullandıklarından- henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların idarelerce tazminine olanak bulunmadığından yola çıkarak davayı reddetmiştir. Başvurucular ise anılan şerh sonrasında taşınmazların ekonomik değerinde azalma meydana geldiğini öne sürmüştür.
Başvurucuların murisi 1995 yılında konulan söz konusu şerhten önce taşınmazları edinmiştir. Dolayısıyla başvurucuların edinme tarihinde bu sınırlamayı öngörebilmeleri mümkün değildir. Aynı bölgede yer alan ve askerî tesise sınır olmayan diğer taşınmazlara yapılaşma izni verilmiş ancak başvurucuların taşınmazlarına askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle imar izni verilmediği gibi taşınmazların konumu nedeniyle İdarece fiilî bir yapılaşma yasağı da uygulanmıştır. Yaklaşık yirmi beş yıldır devam eden şerh nedeniyle taşınmazların maruz kaldıkları kısıtlamaların daha ne kadar süreceği belirsiz ve öngörülemez bir zamana bırakılmıştır.
Kamu makamlarının şerhin kaldırılması veya taşınmazların kamulaştırılması hususunda 2565 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümleri uyarınca takdir yetkisi bulunmaktadır. Fakat kamu makamları bu yetki kapsamında başvurucuların şikâyetlerini ortadan kaldıracak şekilde bir işlem tesis etmemiştir. Kamu makamları, kamulaştırılmasına gerek görmedikleri bu durumdaki taşınmazlar için makul kabul edilebilecek ölçüde bir tazminat ödemek suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin adil dengeyi bozmasının önüne geçebilecektir.
Dolayısıyla, çevresinde bulunan taşınmazlar imara açıldığı hâlde askerî güvenlik bölgesi şerhi nedeniyle imara açılamayan ve fiilî yapılaşma yasağı da uygulanan taşınmazlar nedeniyle başvurucuların bir zararlarının olduğu açıktır.
Derece mahkemelerinin henüz gerçekleşmeyen ve gerçekleşmesi muhtemel olan zararların tazminine olanak bulunmadığına yönelik yorumu başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.