Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
Maddede geçen “adil yargılanma” ifadesi, 3/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Anayasa’ya eklenmiştir.
Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.
Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır.
Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (Perez/Fransa, 47287/99, § 70)
Hukukumuzda 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır[1].
Örnek Olay: “ başvuru dilekçesinde, sanığa hükmedilen cezanın daha fazla olması gerektiği, mahkemelerin ve Yargıtay'ın eksik inceleme yaptıkları ve kendisinin hak arama hürriyetinden yoksun bırakıldığını ileri sürmüştür. Başka bir deyişle başvurucu, yargılama süreci ve varılan sonuca yönelen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışında herhangi bir hak ve özgürlüğüne müdahaleden söz etmemektedir. 32. Sonuç itibariyle, bir ceza davasında üçüncü kişiye verilen cezanın daha fazla olması gerektiğini ileri süren mağdur sıfatını haiz başvurucunun yalnızca Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddiasının konusu, başvurucuya bir “suç isnadı” yapılmamış olduğundan, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kalmaktadır.” (B. No: 2013/3339, 6/2/2014, § 27-32)
Anaysa Mahkemesi İkinci Bölümü tarafından verilen ve bir örneği ekte yer alan 1/2/2017 tarih ve 2014/11084 Başvuru numaralı karar da aynı yöndedir fakat bu kararda karşı oy bulunmaktadır. Karşı oyda özetle; ceza muhakemesinde katılan sıfatıyla yer alanlar için de adil yargılanma hakkının var olduğu ve başvurularının bu usul engeli aşılarak değerlendirilmesi gerektiği yazılıdır.
Bu aşamada, Anayasa Mahkemesi içtihat değişikliğine gitmediği sürece, çok yüksek ihtimal ile ceza muhakemesinde katılan sıfatıyla yer alan kişi için yapılacak bireysel başvurular “konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez” bulunacaktır.
Burada “Anayasa Mahkemesi kabul edilemez bulursa AİHM’e gidilir” şeklinde bir düşünce akla gelebilir fakat AİHM ile Anayasa Mahkemesinin görüşü aynı yöndedir. Hatta Anayasa Mahkemesi kararların esin kaynağı AİHM’dir.
Başvurular başlangıçta “adli yardım talepli” olarak yapıldığında, başvuru kabul edilemez bulunursa, başvuru masraflarının başvuran üzerinde bırakılarak tahsili yoluna gidilebileceği de unutulmamalıdır.
[1] Örneğin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkileri ceza muhakemesi süreci ile sınırlı olup hukuk mahkemeleri açısından bağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır. Aynı yönde bkz. B. No: 2013/514, 2/10/2013, § 17, 20-23; B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 16, 20-23; B. No: 2013/1845, 7/11/2013, § 35-38; B. No: 2013/1948, 23/1/2014, § 30-33.
Av. Selvi ÇELİKKOL