Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/12/2020 tarihinde, Sabri Uhrağ (B. No: 2017/34596) başvurusunda, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. |
Olaylar
Başvurucu, kusurlu kömür üretimi nedeniyle oluşan tasmandan dolayı meydana gelen çökmeler sebebiyle taşınmazının hasar görerek tamamen kullanılamaz hâle geldiği iddiasıyla Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü (TTK) ile işletmeci özel Şirket aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır.
Mahkemenin yaptırdığı teknik bilirkişi raporunda dava konusu binanın tamamen kullanılamaz durumda olduğu, oluşan hasarın yüzde 85’inin davalıların kömür üretiminden doğan tasman etkisiyle meydana geldiği tespit edilmiştir.
Mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Yargıtay ilamına da atıf yapılarak 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun'un 3. maddesi uyarınca tapu kayıt maliklerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep etme hakları bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay tarafından onanmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi de reddedilmiştir.
İddialar
Başvurucu, kendisine ait taşınmazın madencilik faaliyetlerine bağlı olarak tasman etkisi sonucu zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Başvuru konusu taşınmazın da bulunduğu taş kömürü havzasında madencilik faaliyetine 19. yüzyılda Osmanlı döneminde başlanmış, Cumhuriyet döneminde ise havzanın sınırları genişletilmiştir. Her iki dönemde de havza içindeki taşınmazlar kamu malı sayılmış, buradaki taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı ile edinilmesi yasaklanmıştır.
Bununla birlikte havza üzerinde yerleşim engellenememiştir. Bu fiilî durumun ortaya çıkardığı sorunları gidermek için 1986 yılında çıkarılan 3303 sayılı Kanun ile havza içindeki taşınmazların tesciline imkân sağlanmıştır. Ancak Kanun'un 3. maddesinde ilgili taşınmazların sahiplerinin maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri -Anayasa'nın 166. maddesi gerekçe gösterilerek- hükme bağlanmıştır.
Anayasa'nın 168. maddesi uyarınca madenler devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Ancak devletin, madencilik faaliyetinin yürütüldüğü havzada yapılaşmaya izin verip -en azından engel olmayıp- sonrasında sırf bireylere menfaat temin ettiği gerekçesiyle anayasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi kabul edilemez.
Nitekim aynı havza içinde çevre ile ilgili bazı yükümlülüklerden TTK'yı muaf tutan kuralı inceleyen Anayasa Mahkemesi (E.2011/110) madencilik faaliyetleri ile Anayasa'nın 56. maddesi kapsamında devlete yüklenen yükümlülükler arasında bağlantı kurmuş ve “…Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun yürüteceği taşkömürü faaliyetlerinin Maden Kanunu'nun 7. maddesine tabi olmaması kabul edilemez.” değerlendirmesinde bulunmuştur.
Başvurucunun konutunda meydana gelen zarar nedeniyle mülkiyet hakkının devlet ya da üçüncü kişiler tarafından madencilik faaliyetleri sırasında ihlal edildiği iddialarının esasını inceletme ve zararlarını giderme imkânı sunan etkili bir hukuk yolunun bulunması mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının gereği olarak görülmelidir.
Bununla birlikte her ne kadar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde madencilik faaliyetlerinden kaynaklanan zararların karşılanmasına ilişkin genel kurallar mevcut ise de taş kömürü havzası yönünden 3303 sayılı Kanun'un 3. maddesi şeklen var olan dava yolunu etkisiz hâle getirmekte, derece mahkemeleri işin esasını incelemeden davaları kategorik olarak reddetmektedir.
Somut olayda da başvurucunun konutu madencilik faaliyetleri sonucu büyük ölçüde tasman etkisi sebebiyle yıkılarak kullanılamaz hâle gelmiştir.
Başvurucunun madeni işleten özel Şirket ile denetim ve gözetim görevini yerine getirmeyen TTK aleyhine açtığı tazminat davası derece mahkemelerince işin esası incelenmeden sadece 3303 sayılı Kanun'un 3. maddesinin birinci fıkrası uyarınca reddedilmiştir.
Başvurucu, somut olayda hem TTK'nın hem de özel Şirketin kusurlarından dolayı zararın meydana geldiğini ileri sürmüştür. Ancak 3303 sayılı Kanun'un 3. maddesi kategorik olarak kusurlu-kusursuz sorumluluk ayrımı yapmaksızın hiçbir tazminat davası açılamayacağını düzenlemektedir. Bu sebeple gerek ilk derece mahkemesi gerek Yargıtay, zararın madencilik faaliyeti sırasında TTK'nın veya Şirketin kusurlu davranışlarından kaynaklanıp kaynaklanmadığını irdelememiştir.
Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının esasının incelenmesi ve giderim sağlanmasını engelleyen kanun hükmü nedeniyle mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.