İdarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin hizmet kusuru oluşturacağı ve bu işlem ve eylemlerden doğan zararların, idare tarafından, kusurlu sorumluluk esaslarına göre tazmin edileceği, Danıştay’ın öteden beri istikrarlı biçimde uygulanagelen içtihadıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre; cezaevlerinde olanların sağlık hizmetlerinden yararlandırılmaları ayrıca önem arz eden bir durumdur. Buna göre, devletin bütünüyle idaresi altında bulunan kişilere gerekli tıbbi desteğin sağlanmaması yaşam hakkının ihlali olarak kendini gösterebilir. Mahkeme Huylu kararında, cezaevinde bulunanların yaşam hakkının korunması yükümlülüğünün bunlara sağlık hizmeti sunma ve ölmemelerini sağlayacak tedbirleri almayı da içerdiğini belirtmiştir.
Hükümlülerin durumuyla ilgili bir başvuru olan Çoşalev’de ise, devletin cezaevinde intihar eğilimi olanlar nedeniyle pozitif yükümlülüğünün kapsamı tartışılmıştır. Olayda, başvurucuların reşit olmayan oğlu cezaevi çocuk koğuşunun avlusunda kendisini asmak istemiş, ancak memurlar tarafından müdahale edilerek kurtarılmıştır. İlgili kısa bir süre sonra aşırı dozda ilaç kullanmak suretiyle tekrar intihara teşebbüs etmiş ve yine farkına varılarak kurtarılmıştır. Bunun üzerine bir başka ile nakledilmiştir. Yeni yerde de intihar eğilimi olduğu yönetim tarafından gözlemlenmiştir. İlgili farklı zamanlarda üç kez cezaevi idaresi ile görüşerek başka bir yere nakledilmek istemiş ve koğuş arkadaşları ile anlaşamadığını ifade etmiştir. En son görevlilere saldırmış, kendini yaralamış ve revire kaldırılmıştır. Tek başına hücreye yerleştirildikten sonra aynı gün çarşafla kendini asarak intihar etmiştir. Olay nedeniyle idare mahkemesinde açılan davada, idarenin şahsın kendi şahsi problemleri nedeniyle intihar etmesinden dolayı sorumlu tutulamayacağına karar verilmiştir. Danıştay, cezaevi idaresinin intihara eğilimi olan şahsın korunması konusunda ihmali olduğu gerekçesiyle kararı bozmuştur. Strazburg Mahkemesi, psikolojik durumu gittikçe kötüleşen ölenin yakın gözetim altında tutulmasının yetmeyeceği, kendisine aynı zamanda psikolojik tedavi verilmesi gerektiği gerekçesiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Buna göre, hükümlüde intihar niyeti varsa gerekli önlemleri almak ve örneğin gün boyunca gözetim altında tutmak zorunluluğu devletin yükümlülüğüdür.
Devletin doğrudan kendi yönetimi altında olan tutuklu ve hükümlülerin yaşam haklarını koruması da pozitif yükümlülüğünün bir gereğini oluşturmaktadır. Mahkeme, hapishanede bulunanların hassas bir durumda olduklarını ve kamu otoritesinin bunları koruma görevi olduğunu vurgulamaktadır. Devlet, hapishanede yaşanan her türlü faaliyetlerden sorumlu olup bu sorumluluk özellikle bireylerin öldükleri davalarda daha katıdır. Devletin bu durumdaki bireyleri özellikle intihara karşı korumak için neler yapması gerektiği, bu konudaki yükümlülüğünün nereye kadar gidebileceği Mahkeme tarafından her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmektedir. Mahkeme, Sözleşmenin 2. maddesinin değerlendirilmesi kapsamında, bireyin intihar edeceği konusunda gerçek ve aktüel bir riskin varlığının bilinip bilinmediği ve varsa bu riskin önlenmesi için gerekenlerin tümünün yapılıp yapılmadığını irdeler.
Yaşam(a) Hakkı;
Yaşama Hakkı, kişinin fiziksel varlığının sürdürebilmesinin güvencesini oluşturan en temel insan hakkıdır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Yaşama Hakkı başlıklı 2. maddesi'nin 1. Fıkrasına göre; " Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez. "
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. Maddesi'nin, sadece devlet görevlilerinin haksız güç kullanımı sonucunda meydana gelen ölümleri kapsamadığını, ayrıca maddenin birinci paragrafının birinci cümlesinde devletlerin kendi yetki alanlarında bulunanların hayatını korumak amacıyla uygun hareket etme pozitif yükümlülüğünü de ortaya koyduğunu hatırlatmaktadır. ( L.C.B. - Birleşik Krallık, 9 Haziran 1998 tarihli karar, Paul ve Audrey Edwards - İngiltere No: 44477/99 )
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. Maddesi'nde yerini bulan bu hak, halk sağlığı bakımından da uygulanabilir niteliktedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Calvelli ve Ciglio/İtalya, B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 49, Sevim Güngör/Türkiye, B. No. 75173/01, 14/4/2009 kararlarında da ifade edildiği üzere; " Devlet, yaşam hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi ise; çeşitli kararlarında Yaşam Hakkı'na bakışını, Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" başlıklı 17. maddesinde hüküm bulan "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." ifadesiyle ortaya koymuştur.
Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığım her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür. (AYM, E.2005/151 K.2008/37, K.T. 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, K.T. 6/1/2011, B. No: 2012/752, 17/9/2013)
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa'nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.(Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru No: 2012/752, 17/9/2013 )
Sağlık Hakkı - Tıbbi Bakıma Erişim Hakkı;
Sağlık hakkı, Anayasa’da “temel haklar” arasında yer verilen bir hak olduğu gibi, Türkiye’nin taraf olduğu ve usulüne göre iç hukukuna dahil ettiği uluslararası hukuk kaynakları tarafından düzenlenmiş bir “ İnsan Hakkı ”dır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yer almayan " Sağlık Hakkı "nı Yaşama Hakkı (AİHS 2. Madde) ile ilişkilendirerek içtihatlarına konu etmiştir. Örneğin 7154/75 başvuru numaralı ve 12.07.1978 tarihli kararında; devletin öldürmekten kaçınma dışında, uygun adımlarla yaşamın korunmasını da devlet yükümlülükleri arasında gördüğünü belirtmiştir.(Ankara Üniversitesi SBF dergisi Cilt 69, No. 1, 2014 s,170)
1982 Anayasası’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlığını taşıyan 56. maddesi sağlık hakkını düzenlemektedir. 56. Maddenin 1. Fıkrasına göre; Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Yine sağlık hakkı Anayasa'nın 17. Maddesiyle korunan " yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı " ile de bağlantılıdır.
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığım koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen haklardandır. (AYM, E.2007/78, K.2010/120, K.T. 30/12/2010)
Anayasa Mahkemesi'nin E. 2010 / 29, K. 2010 / 90, K.T. 16/07/2010, RG, 04.12.2010, 27775 sayılı kararında; " ...Kişinin sahip olduğu hak ve hürriyetler önem dereceleri göz önünde bulundurularak Anayasa'da yer almıştır ... Kişilerin maddi ve manevi varlıklarını geliştirebilmelerinin mutlu ve huzurlu olabilmelerinin başlıca şartı, ihtiyaç duydukları anda sağlık hizmetlerine ulaşıp bu hizmetlerden yararlanabilmeleridir ... Sağlık hizmetleri, doğrudan yaşam hakkı ile ilgili olması nedeniyle diğer kamu hizmetlerinden farklıdır ... Sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı, mahiyeti itibarıyla ertelenemez ve ikame edilemez bir özelliğe sahiptir. "
Yine Anayasa Mahkemesi; E. 1990/27, K. 1991/2, K.T. 17.01.1991, RG, 19.08.1991, sayı 20965 sayılı kararında; Anayasa’nın 56. maddesi ile sağlık alanında devlete yüklenen ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin şu yorumu yapmıştır: “ Anayasa'nın 56. maddesinin 3., 4. ve 5. fıkraları yine devlete, kişilerin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmelerini sağlamak için sağlık kuruluşlarının hizmetlerini, düzenleme, denetleme ve organize etme gibi görevler yüklemiştir. Anlaşılmaktadır ki, devlet, kişilerin yaşamlarını sağlıklı biçimde sürdürmeyi sağlamak amacını çeşitli sosyal güvenlik kuruluşları ile gerçekleştirecektir. Devlet için bir görev, kişiler için de bir hak olan bu amaç gerçekleştirilirken bu hakkı sınırlayıcı, bu haktan yararlanmayı zayıflatıcı düzenlemeler Anayasa'nın 56. maddesine de aykırıdır. " (Ankara Üniversitesi SBF dergisi Cilt 69, No. 1, 2014 s,183)
İdarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu... (Danıştay Onuncu Dairesi'nin E:2009/8454, K:2009/7726 sayılı kararı)
İlgisi bakımından 9 Nisan 2013 karar tarihli ve 13423/09 başvuru numaralı K2 ve K3/TÜRKİYE davasına detaylı olarak değinilmesinde yarar görülmüştür. Anılan davada Mahkeme özetle; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2'nci maddesinin birinci cümlesinin, Devleti kasıtlı düzensiz ölüme neden olmak konusunda kısıtlamakla kalmayıp, hakimiyeti altındaki kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli önlemleri almaya da zorladığını hatırlatır. Bu ilkeler aynı zamanda kamu sağlığı alanı bakımından da geçerlidir. Bazı durumlarda, resmi makamların halk sağlığı politikası kapsamındaki eylem ve ihmallerinin 2. maddenin maddi yönü itibariyle bunların sorumluluklarına yol açabileceği göz ardı edilemez. Bununla birlikte bir Sözleşmeci Devlet, sağlık personeli bakımından yüksek bir yeterlilik seviyesini sağlamak ve hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına almak için gerekeni yapmışsa, hastaların tedavisi kapsamında bir sağlık çalışanının yaptığı değerlendirme hatası veya sağlık çalışanları arasında kötü bir koordinasyon gibi sorunların tek başlarına bir sözleşmeci Devleti, Sözleşmenin 2. Maddesinde öngörülen yaşam hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülük karşısında hesap vermeye zorlayacağı kabul edilemez ... Mahkeme somut olayda, başvuranlardan birinin eşi, diğerinin ise annesi olan ölen kişinin maruz kaldığı birbirini izleyen tıbbi ihmallerin, muayene eden tıbbi personelin bazılarının sergilemiş olduğu beceriksizliğin inceleme ve bilirkişi raporlarıyla tespit edildiğini gözlemlemektedir. Aynı şekilde ... Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi doktorları hakkında ceza soruşturması izni verilmemesi konusunda başvurulan Danıştay da, bu kişilerin fiillerinin cezai sorumluluk doğurduğunu belirtmiş ve bu kişiler hakkında ceza soruşturması izni vermiştir ... Somut davanın koşullarına bakıldığında, yerel makamların makul olarak kendilerinden beklenebilecek olanı yapıp yapmadıklarını ve genel anlamda, özellikle uygun tıbbi bakım hizmeti verme kapsamında hastanın fiziksel bütünlüğünü koruma yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini araştırmak Mahkeme'ye düşmektedir. Bu amaçla Mahkeme, ölen kişinin trajik ölümüne neden olan olayların meydana geliş sırasına ve ölen hasta ile ilgili tıbbi verilere önem vermektedir ... Bu şekilde, hastanecilik hizmetlerinin gösterdiği bariz fonksiyon bozukluğunun kurbanı olan ölen kişi, uygun tıbbi bakıma erişim hakkından mahrum bırakılmıştır. Bu tespit, Mahkeme'nin, ilgili Devletin, ölen kişinin bedensel bütünlüğünü korumaya ilişkin ödevini ihlal ettiği sonucuna varması için yeterlidir. Bu sebeple Sözleşme'nin 2. Maddesinin ihlal edildiği, sonucuna varılmıştır.
Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür. (AYM, E.2005/151 K.2008/37, K.T. 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, K.T. 6/1/2011, B. No: 2012/752, 17/9/2013)
AİHS'nin 3. maddesine göre: “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”
Hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkes insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunmakta olup, alınan tedbirler kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerekir. ( İHAM, Kudla/Polonya, B. No: 30210/96, 26.10.2000)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir “genel zorunluluk” getirmemektedir. Ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının, yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması halinde bu durum Sözleşmenin 3. maddesi kapsamına girebilir. (Mouisel/Fransa, B. No: 67263/01, 14/11/2002) Yani, sağlık gerekçesiyle her durumda kişinin serbest bırakılmasına ilişkin bir yasal zorunluluk bulunmamakla birlikte, tutuklu veya hükümlü kişilerin sağlıklarıyla ilgili olumsuzlukların ortaya çıktığı durumlarda ilgili mevzuat bu kişilerin mutlaka cezaevinde tutulmalarını da emretmemektedir.
Av. Gamze ÇELİKKOL